5 Kasım 2013 Salı

Bir Başka Açıdan Bayram

Mübarek “şuhûr-ı selâse”den (üç aylardan) üçüncüsü olan  Ramazan’ı idrak etmenin bahtiyarlığına erdik. Her yarışın bir finali, her başlangıcın bir sonu olduğu gibi Ramazan’ın da bir sonu vardır ve o son da Bayram’dır.


Bayram; herkesin kendi istidadına vâbeste bir hayat anlayışıyla idrak ettiği Ramazanını taçlandırma seremonisi…
Bayram; “erme”nin ve “erdirilme”nin bir arada kutlandığı semâvî ve arzî tören…
Bayram; mekânlar farklı olsa da, sadece inanan insanların kalben ve ruhen yaşayabildiği küresel şölen…
Ve bayram; kesret âlemindeki çırpınışlardan vahdet âlemindeki huzur ve sükûn bezmine ulaşma mutluluğu…
Bayram için lügatler sevinç ve neşe günü diyor. Doğru. Ne denebilir ki? Gufranla tüllenen bu ayda mağfirete erebildi isek bayram…
Rahmetin kol kol gezdiği cadde ve sokaklarda rahmetle karşılaşabildi isek bayram…
Mağfiretin günün her saatinde, hatta her ânında sağanak halinde yağdığı demleri büyük bir lütuf bilip iliklerimize kadar ıslanabildi isek bayram…
“Mübarek ve sürprizlere açık vakitlerdir” deyip, ten sevdasından geçerek gönül ülkesinin sakinleri gibi Ramazanlaşabildi isek bayram bize –ki, Ramazanda ramazanlaşmayan bayramda kiminle bayramlaşacak? Bizim Kur’ân’ı okuduğumuz kadar, Kur’ân da bizi okudu ise bayram o zaman bayram bize. Dünyanın dört bir yanındaki inananları zulme, gadre uğrayanları hatırlayabildik ve hiç olmazsa onlar için ellerimizi kaldırıp dua edebildi isek bayram o zaman bayram bize. Kimsesizlerin kimsesi, gariplerin yoldaşı, açların doyurucusu olabildi isek bayram o zaman neş’e bize. Günahlarla âlûde geçirdiğimiz ömrümüzü ayların sultanı ramazanda ciddî bir kontrolden geçirmek suretiyle kendimizi affettirebildi isek bayram o zaman sevinç bize. Ve günahsız olarak girdiğimiz bayram gününü günahsız olarak devam ettirebilir isek bayram o zaman kazanma kuşağında kazanmak olur bize.
Ramazan Kur’ân ayı idi. İlâhî Beyân’ın dünya semasına bir Rabbanî bohça halinde inzal edildiği ay… Bir gecesi bir/bin ömre bedel Kadir ayı; kadir bilirlerin kadrinin takdir edildiği ay… İnanan gönüllere “şifa” ve “rahmet” vesilesi olan Kur’ân’ın ciddî bir gayret göstererek dönüş yapanları ve aynı zamanda gafletle gezen bağlılarını dirilttiği ay… Devamlı kıraat edilen ve anlaşılmak isteyen Kur’ân, pasif ve gafil bağlılar istemiyor. Doğunun gülü şair İkbal bu gerçeği şu ifadelerle dile getirir: “Bir insan ki Kur’ân’a sahip olsun ve isteksiz, zevksiz olsun / Hayret, yine hayret, yine hayret ona olsun…”
Bir kutlunun dilinde terennüm edilen şu ifadeler, farklı bir açıdan bayrama kattığı anlam ve derinlik itibari ile bendenizin de hissiyatıdır. “Bayram; Mevlâ’nın bizi affettiği gün bayram olacaktır. Cürm ü hatanın bittiği gün bayram olacaktır. Gönlün itmi‘nâna kavuştuğu gün bayram olacaktır. Hissiyatın, ‘O’ndan gelen her şeye razıyım!’ dediği gün bayram olacaktır. Vicdanında bir fısıltı duyabilirsen, “Artık kurb-ı huzûruma gelebilirsin!” fısıltısını duyabilirsen, bayram o gün bayram olacaktır.” Yoksa ehl-i gafletin şiârı olan bayramlar, yemeye-içmeye dalmalar, hikâyeler-masallar anlatmaya dalmalar, gerçek bir mü’minin hayatında idrâk edeceği bayramlardan çok uzak şeylerdir.
Biz acaba bugün neyin bayramını kutluyoruz? Oruç tutmaktan kurtulmanın mı, yoksa mağfirete kavuşmanın mı? Şayet başı rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden kurtuluş olan bu ayı da gerçek mânâsıyla idrak edememiş, şuuruna erememiş isek bu Ramazanımız da boşa gitti demektir. Dilimizde “kurtulmak” kelimesi genellikle istenmeyen, kaçınılması gereken şeylerden bahsedilirken kullanılır. İnsan orucun ne kötülüğünü görür ki bir an önce ondan “kurtulmak sevdasına” düşer. Biz orucu hakkıyla tutmadıysak, o da bizi tutmamıştır zaten. Asıl oruç; orucun insanı tuttuğu oruçtur; günahlardan, mâlâniyâttan sû-i, zandan, gıybetten, dedikodudan beri eden…
Aslında derinlikli düşünüldüğünde “hayat”la “ramazan”, “ölüm”le de “bayram” arasında çok ince ve derin bir bağ vardır. Bu dünyada Ramazanını hakiki oruç kuşağında geçiren talihlilerin “bayram”ı da ötede cennet ve cemâlulllah bezminde gerçekleşecektir.
Sorulsa ki; “En iyi bayram yazılarını ve şiirlerini kim yazar? Herhalde genellikle “en büyük şairler”, “meşhur kalem virtüözleri” falan diye cevap verilir. Bence her ikisi de değil. Gerçek bayram şiir ve yazılarını bizim gibi avamın anladığı bayramlardan çok uzak bir anlayışla geçiren dertli ve muzdarip sînelerin yazacağı kanaatindeyim. İçinde neş’et ettiği toplumun dilinden anlamadığı, toplumun ona onun topluma garip düştüğü hayatının tek bir gayesi Rızâ-yı İlâhî olan ve bu uğurda her türlü çileye, ıstıraba ve cefaya maruz kalan, olmadı medya yoluyla iftira ve kovuşturmalara maruz bırakılan, her dem gönlü memleket sevdasıyla yanıp tutuşuyor olmasına rağmen doğduğu topraklar bile kendisine yaşaması için çok görülen, yerinden yurdundan edilip mecbûrî ve sosyolojik bir hicrete tabi tutulan Hakk er(ler)inden başka bayram(lar)ı kim yazabilir ki? Bizler sevinçlerimizi ifade etmek istediğimiz zaman birkaç cümleyle, çilelerimizi anlatırken ise saatlerce hatta bıraksalar günlerce anlatırız. Bayramda “bayram” neşvesiyle meşbu bulunan bir dimağ, velev ki kalem virtüözü olsa bile bayramı, bayramını hep ötelemiş ve öteye bırakmış bir muzdarip kadar anlatabileceği kanaatinde değilim. Varsa etrafınızda bildiğiniz bir muzdarip, yazılarına ve şiirlerine bir bakıverin ne demek istediğimi anlayacaksınız. Ne yazık ki bizler ne gerçek bayramları idrak edebildik, ne de bu bayramları idrak eden(ler)i. Halimiz bir alâmete binerek şuursuzca kıyamete gidenlere nasıl da benziyor…
Keşki Hacı Bayrâm-ı Velî gibi diyebilseydik:
Bayram’ım imdi Bayram’ım imdi
Bayram ederler yâr ile şimdi
Hamd ü senâlar hamd ü senâlar
Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm

Şayet, “Ramazanı bitirdik” diye düşünenler varsa “ömrümüzün bir ayını daha yitirdik” diye dövünebilirler.
Ne mutlu ömürlerini “ramazan”, ölümlerini ise “bayram” gibi geçirip giden bahtiyar âdemlere…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder